Erzincan İliç'te Maden Felaketi: "Göz Göre Göre Yıkım"
CHP Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım Kara, Erzincan İliç'te yaşanan maden felaketiyle ilgili sert açıklamalarda bulundu.
CHP Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım Kara, Erzincan İliç’te yaşanan felaket üzerine yazılı bir basın açıklaması yaptı.
Erzincan İliç’teki Çöpler bölgesinde faaliyet gösteren Anagold Madencilik şirketinin göz göre göre yıkıcı bir felakete sebep olduğunu ifade eden Nermin Yıldırım Kara, “Şirketin faaliyete başladığı 2008 yılından beri çeşitli çevre dernekleri ve meslek odaları İliç ve çevresindeki yaşamın katledilmemesi için mücadele ediyor. Örneğin TMMOB neredeyse her açıklamasında İliç sahasında yaşanacak kaymanın önemli bir felakete sebep olacağını belirtmişti. Bunun karşılığında, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve yerel mahkemeler tüm yolları tıkadı. 2021 yılında o dönem bakanlık yapan Murat Kurum’un onayladığı ÇED Raporu ise birçok şeyi gizlemeyi başarmıştı. Önce 16 Nisan 2008’de, sonra 10 Nisan 2012, 17 Mayıs 2012, 24 Aralık 2014 tarihlerinde sürekli kapasitesini genişletmiş ve bu genişletmelere müdahale olmadan ‘ÇED Olumlu’ kararı almıştı. 2021 yılında hazırladığı raporda ise tam olarak şu cümleleri kullanıyor: ‘Çalışma alanı düşük miktarda yağış aldığından ve yüzeyde bitki örtüsü az masif kireçtaşı ve mermer kütleleri bulunduğundan heyelan potansiyeli taşımamaktadır.’ Bugün yaşadıklarımız ise durumun tam tersini gösteriyor. Bu yüzden şirket kadar bu rapora olumlu kararını veren yetkililer de suçludur.” dedi.
CEZALAR YERİNE ÖDÜLLER VERİLDİ
Özellikle madencilik alanında denetimsizliğin günden güne yaygınlaştığını vurgulayan Hatay Milletvekili, “Yurt dışından gelen şirketler adeta burayı sömürge alanı olarak kullanıyor. Denetimsizlik ve suç duyuruları neticesinde ortaya çıkan takipsizlik kararları ise bu durumu daha da perçinliyor. Türkiye’yi çok eski usul madencilik yapabilecekleri, neredeyse hiçbir bedel ödemeden inanılmaz kârlar edebilecekleri bir alan olarak görüyorlar. Anagold’un bu cüretinin de kaynağı buradan geliyor. Özellikle 2021 ÇED onayından sonra; çeşitli davalara konu olan bu maden faaliyetinin defalarca yaşam alanında yarattığı tahribat, siyanürlü altın madenciliğinin ortaya çıkaracağı tehlike, bölgenin aktif fay hatları üzerinde bulunması ve kendilerinin kabul etmediği heyelan tehlikesi dile getirildi. Henüz bu hukuki mücadeleler sürerken 2022 yılında, borulardaki yırtılma neticesinde siyanürlü solüsyon çevreye taşmış ve tahribata neden olmuştu. Bu dönemde 16,4 milyon TL’lik göstermelik ceza verilmiş ve 3 ay madeni durdurma kararı alınmıştı. Burada sızan solüsyonun 20 ton olduğu ama içerisinde 8 kilogram siyanür bulunduğu söylendi. Denetim eksikliğinden bunun doğruluğunu bilmiyoruz. Sonrasında ise basına yansıdığı üzere; şirket bilançosunda yapılan incelemelerde 7,2 milyon dolarlık bir vergi borcunun silindiği ortaya çıkıyor. Tüm bunların yanı sıra; 2023 yılında ise tekrar bir genişleme projesine “ÇED Gerekli Değildir” kararı veriliyor. Cezaların göstermelik, ödüllerin ise oldukça büyük olduğunu görüyoruz. Tüm bu kapasite artışları ve genişleme daha büyük havzalara açılmaların da habercisi niteliğindeydi. Tüm yetkililerin gözünün önünde büyük bir ekokırımla büyük bir coğrafyada madenciliği yaymaya çalıştılar.” dedi.
TOPRAKTAKİ AĞIR METAL KİRLİLİĞİNE BİLE İSTEYE SEBEP OLDULAR
Yaşanan felaketlerin bununla sınırla kalmayacağının altını çizen Yıldırım Kara, “Siyanür ile birlikte kurşun, kadmiyum, çinko, bakır ve cıva gibi birçok ağır metal doğaya karışıyor. Tüm bunlar toprağa karıştığında bölgedeki bütün canlılığı uzun süreli olarak etkiliyor. Madencilik faaliyetinin yer aldığı Fırat ve Dicle Havzası ülkemizin yüzey suyu potansiyelinin yüzde 28,5’ini oluşturuyor. Fırat Nehri’ne 350 metrede bulunan bu alan doğrudan nehri ve bileşenlerini etkiliyor. Suya bağlı ekosistemleri birinci derecede riske atıyor. Yaşadığımız felaketteki en büyük tartışmayı da oluşturan bu nehre olan yakınlık. Peki tüm bu bedelleri biz niye ödüyoruz? 2021’deki ‘ÇED Olumlu’ kararına karşı açılan davalardan birinde, milletvekilimiz Ömer Fethi Gürer’in o dönem verdiği soru önergesi karşılığında aldığı cevapta bu durum konu edilmişti. Bu cevaba göre; 2019 yılında altın ruhsatlarından 36,257,570,60 TL, altın içeren kompleks madenlerden ise 262,355,247,61 TL Devlet Hakkı tahakkuk ettirilmiş. 2019’da altın şirketleri 17milyar 745 milyon TL değerinde altın çıkarmış. Yani her gün yeni bir felaketle karşılaştığımız bu ve benzeri madencilik faaliyetleri sonucunda devlet hakkı olarak bırakılan yüzde 1,5. On yıllarca belki yüz yıllarca süre etkisini hissedeceğimiz toprağımızın zehirlenmesinin, tarım ve ormanlık alanlarımızın kurutulmasının, sürekli iş cinayetleri yaşamımızın bedeli bu kadar.” dedi.